Romalıların Athinganoi dokunulmaz anlamında ilan ettikeri topluluğu şimdilerde Zigeuner, Çigan, veya Çingene olarak adlandırıyorlar. Aslında Romalılar bu topluluktan koptular. Farklıydılar, yoksuldular hüznü neşşe olarak tanımlayıp daha özgür kaldılar. Sonuçta onlarda Tanrının yarattığı insandılar tıpkı diğerlerinin olduğu olduğu kadar. İşte tüm acıların başlangıcı da bu oldu. Korktuğumuzdan birlikte olamadık, birlikte çalışmak, dertleşmek, ve hatta yaşamak istemedik. Sadece onlarında insan olduğunu hatırlamadan eğlendik onların sayesinde. Onların gözlerine bakabilseydik, neler hissettiklerini, neler istediklerini anlayabilseydik, en az onlar kadar insan olabilseydik keşke. Kendilerini Roman olarak tanımladılar, Rom kökünden türemiş bir çok dilde bir çok anlam yüklenmiş bu kök kelime aslında İnsana verilmiş ilk isimden başka bir şey değildi. Ve bizim çeşitli kelimelerle adlandırdığımız bu güzel topluluk Romanız derken İnsanız diye kendilerini ifade ediyorlardı. Biz İnsan olduğumuzu sanan insanlktan nasibini almamışlar, binlerce yıl önce olduğu gibi korkuyor birlikte yaşamayı, paylaşmayı red ediyorduk.
Romanların haykırışlarını duymazdan geliyorduk. Çocukken başlayan korkularımızdan nasıl kurtulabilirdik’ki. Anne ve Babalarımızın bizleri Çingenelerle korkutmaları, Kalaycı, Bohçacı, Sepetçi vbg. toplumda aslında yaşam mücadelesi veren bu İnsanlara karşı ön yargılı olmamızın temel taşını oluşturmadılarmı? Bu gün o İnsanların ne kadar güçlü, ne kadar inatçı, ne kadar dayanıklı ve bir okadar’da sevecen olduklarını ve özgürce İnsan gibi yaşadıklarına şahit oldukça İnsanlığımdan utanıyorum. Bu cessur yürekli insanların önünde saygıyla eğiliyor tüm İnsanlık adına özür diliyorum.
İnsanların her zaman kendilerini ifade etmek, anlaşılmak, çevre tarafından saygı duyulmak ve kabullenilmek istemleri kadar doğal bir şey yoktur sanırım. İnsanın kendisini ifade edebilmesi, anlatmasının en kolay ve etkili yöntemi konuşmaktır. Fakat anlatış tarzı, zaman zaman da olsa olumsuz yönde etki edebilir. Bazen bizler ne kadar kendimizi doğruca anlatırsak anlatalım karşımızdaki insan bizi anlamamakta ısrarcıdır. Bunun için o insanla benzer davranış ve tutumlar içerisinde olmamız gerekir. Ve yahut yaşam insanlık adına mevcut dünya’ya o insanın bakış açısından bakmamızı gerektirir.
Eğer kendimizi o insana anlaşılır duruma getirmeye kararlıysak bunun içinde paralel iletişime başvurmalıyız. Yani görsel, duyma ve dokunma. Bir konu üzerinde tartıştığımız kimse görsel duyarlılığı olan bir kimse ile konuşurken ona hitap edecek şekilde durumumuzu anlatmalıyız. Diğer yandan dokunsal h
assasiyete sahip olan birine belki fazla dil yormanız gerekmeyecektir bile. Sırtını sıvazlamak, elini tutmak, tokalaşmak, hatta sarılıp öpmek; belki’ de daha faydalı olacaktır. Uzun yıllar önce aldığım bu mektubu daha fazla yok sayamazdım. Bu gün hayata bakış tarzımla bazı şeyleri zamanı geri çevirerek düzeltebilme gücüm de yok. En azından bu mektubu saklamak yerine yayınlamalıyım. Sevdiğine olan sadakatini, yaşadıklarını ve yaşayacaklarını ancak böyle ifade edilebilirdi H…. sanırım.
Ben çok asil görünümlü güzel yeşil gözleri, kadife sesi olan bir Çingeneyim. Sana türlü, türlü yalanlar söyleseydim falında, belki inanır ve elindeki hayat çizgilerinin yolunu değiştirirdin. Merak etmeyesin kaderime boyun eğmedim, boynumu tek eğdiren senin o çapkın gülüşün. Baktıkça dişlerine, hep öpmek geliyor içimden, dişinle dudağın birleştiği o kovuğu. Sapıkça; zaten benimki’de saplantılı düşünceden başka bir şey değil.
Şu anda okuduğun, sana yazdığım son satırlar. Kucağımda dansözler kıvrak oynuyor ve ben onlara bakıp seni düşlüyorum. Bir kadın olarak bir erkeği düşlemek de ne oluyor deme sakın. Küfür ederim. O kadar gerçektin’ki, dokundukça dağılıyor yayılıyordun vucudumun her yanına. Sevştik’mi? Sevişemedik henüz hazır değildik sanırım. Oysa seni tanıyan herkes seninle yattığımı, ve kendimii sana verdiğimi düşünüyor. Aslında biz sadece aynı yatağı paylaştık. Annemin serdiği benbeyaz çarşafın üzerinde bir birimize sırtımızı dönüp uyuduk. Beni hiç öpmek istedinmi? O günün heyecanından hatırlıyamıyorum. Hatırımda kalan tek şey bir an önce sabah olmasıydı. Koşup annemin arkasına saklanacaktım ta ki misafirliğin bitene kadar. Şimdilerde şükran borçluyum sana ve teşekkür etmeliyim bunca geçen zamanda yaşadıklarımıza. Öyle bir yerde duruyorum’ki şimdi ölümden ötesi üzemez beni. Bilmem sana söyledim’mi biz çingene çocukları sıklıkla dayak yeriz babamızdan. Oysa ben Babamdan bir tokat bile yemedim; hiç olmadı çünkü. Bununla övünmelimiyim bilemiyorum. Sana aşık olunca Ağbeyimden tokat yemiş gibi olmuştum. Hani çukulatalı dondurmayı yüzüne bulaştırarak yiyen çocuklar gibi. Seni misafir olarak ağırladığı için Ağbime minnet duymalıyım.
Ben kimsye benzemem. Fakat yinede bir çingene kızıyım. Aslında bu iyi mi kötü bir şeymi bunuda bilmiyorum. Baksana herkes giyinik bir ben ortada çırılçıplak kalmış gibiyim. Utanmalımıyım? Lütfen kapat edep yerlerimi. Kasıklarımdaki sancı senide öldürmesin. Çocuğumu düşürüyorum, çocukluğum daha hala seni düşlemekte. Bu yüzden karışıyor dinler, Milletler bir birilerine. Yok canım sen hayatıma binde bir giren mucize değildin. Hoş bende bir mucid beklemiyordum. Of of alıp başını bir gitsen sancılarım dayanılmayaz olmaya başlasada.
-Özlemişim iyiki geldin.
Tam tersini düşündüğümde!… gelmeseydin. Ben daha hala Süper insanların varlığına inananıyor olacaktım. Hatta var oluşumun bir anlam ifade etmediği, büyüdüğüm çevrede sınıfta kalıp hayallerimin binlerce yıl gerisinden gelecektim. Seni tanımasaydım sevdiğim için gerektiğinde ölmemeyi öğrenemiyecektim. Büyük aşklar uğruna can vermek gerektiğine inanarak yanılacaktım. Hayatımın ilk yanlışı olmadığı için bir ders çıkartamayacak, bir az çocuk, biraz kadın olarak yaşıyacaktım. Bütün bu olanlar için üzgün değilim. Seninle birlikteliğim için üzgün olmak Tanrıya küsmekle eş anlam taşır benim için. Seninle nasıl ve ne şekilde yaşadıysam öyle yarım kalmıştı’ki bundan sonra ne yaşayacaksam farklı bir şekilde olmayacağını bildiğimden bize dua edenlerin dualarına ihanet etmeyeceğim. Benim kiliselere minare dikerek camiye çevirebilmek gibi bir gücüm yok. Kimsenin inancına müdahele edemem. Ne olur sen de bir şey söyleme çingenede olsam seni sevmelerine esir olamam. Aklım çok karışık. Bu karışklık bile bir düzenin yansıması. Aksini düşünüyorsan büyük bir yanılgı içerisindesin. Yaşdığım bu şehirde gök yüzü göz yaşları dökerken sen güneşin sıcağında ayaklarını uzatmış keyif çatacaksın. Kafam daha önce de iyi olmuştu, hayaline dokunmuş tüm gece hayalinle ağlamıştım. Senin çoğaldığın yerlerde hep azınlıkta kalarak.
Üstüm başım uykusuzluk kokuyor, sarılamazsın bana böyle. İğrenirsin adımı anmak bile istemezsin. Ne kadar damar varsa derimin altında söküp attım, eklem yerlerim ayrılıyor bir birinden. İşte böyle bana bıraktığın sevda, içini dolduramadığın sen’le yaşamak. Boşluğa dalıp gidiyorum saatlerce sadece yeni hayaller kurmuyorum artık. Olanlarında aslında benimle bir ilgisi yok. Senin için ölmek değil benim derdim. Sadece uzaklaşmakmı istiyorum. Hayır uzaklaşmak değil
, Seninle birlikte varacağımız sonucu merak ediyorum. Herkes kendi yolundamı gitmeli. Yine saçmalıyorum, sanki senden daha iyi bir seçeneğim varmış gibi. Beyni uçkurundan filozofça cümleler kurabilen bir kadında değilim. Hayatın anlamını değiştiremeyeceğim gibi yaşamımdan kaygılı’da değilim. Ne dersin göç edelim’mi? İkimizin sığınabileceği daha güzel ülkeler bulabiliriz. Toprakları kanla ayırımcılıkla yıkanmamış olan. Yine iki yüzlülük yapıyorum. Öteki dünyada cenneti yaşamak için burayı ceheneme çeviremeyiz. Tanrı insanı yarattıktan sonra kendini öldürmesiyle gerçekten Tanrıdır. Kadınlar ve çocuklar önden sesleri duyulacak kıyamet koptuğunda. Erkekler adem babanın ardından hurilerle sevişmeye giderken, Havvanın kaburgalarına tutunup ağlarız artık. Doğrusu benim için öbür dünya denen bir yer yok. Sanki gidip gören birileri, olmuş gibi. Bence diye başladığım hiç bir söylemimden ötürü yargılanmam. Bu yüzden kınama, hapis cezasına çarptırılmam. Bu ülkede düşünce özgürlüğü var. Sadece farklı düşünceler ve söylemler cezaya tabi gibi ”Tutuklanıveriyorsun.” İşence görüyorsun, yığılıveriyorsun koğuşun ortasında. Benzemeksizin bir kuşa toprağa bu evrene ve bu kalleş insan doğasına aykırı, ne olduğunu anlamadan başında ağlayan kızını görmeden ölüyorsun. Ölmek çok acı olmalı, keşke her ölenin yanaklarından bir kere öpebilsek. Şu koskoca savaş alanında hadi vur sende vur kardeşini.
Sağ gözüm birazdan görmemeye başlayacak çünkü bu daha önce de oldu. Hani arkana bile bakmadan siktirip gitmiştin ben nereye oturacağımı bilemeden, atıvermiştim kendimi yere. Öyle şiddetli bir düşüş olmuş ki, beynimde hala hasarları var. Düşündükçe batıyorlar oaraya buraya. Aslında boka batıyoruz birlikte sesizce. Ben biraz kirlenmeliyim, sen de biraz temizlenmeli. Sosyalist bir denge kurmalıyız bu aşkta. Nasılsa Amerikan kapitalizimi yutacak bizi.
Dünya gündemi mi? Günlük gazeteleri okumayı bıraktım biriktiriyorum. Manşetler ilgi alanımın dışında. Üçüncü sayfa haberlerini kesip yapıştırdığım duvarlarım var. Muhtemelen yıllarca sürecek Irak -Suriye- Amerika savaşında ölecek küçük çocuklar bana bakıyor olacak. Babaannemin küçüklüğü gibi. Onu son gördüğümde bende küçüktüm. Şimdi gidip kusmalıyım biraz. Uyurum belki sonra, belki gidip yıkanırım. Dün öptüğüm adamı da kanalizasyonun derin boşluklarına attığımı düşürürüm!… Hayır, aldatmadım seni hiç. Ben sadece kendimi aldatıyorum. Yıllardır kendimi senle aldatıyorum. Şimdi gitmeli. Dönülmeyecek yola kestirme dönemeçler yapmalı. Ben çok kalamam sensizlikte, biliyorsun!… Sadece kafamı dağıtmalıyım biraz. Her bir parçamı da senle beraber bırakırım kuytuluklara. Ölmeyeceğim söz, sadece senden uzak bir yerde, altmış yaşında bir teyzenin hayatını satın alacağım. Olur da beni bulmak istersen, bahçesinde erik ağacı olan küçük bacalı bir evde ekmek pişiriyor olacağım. Beni şimdi alnımdan üç kere öp. Namusum seninle avunsun. Namussuzluğum, elimdeki altın bilezik olsun. Hem ne dersin başkasının derisinin, dininin, milliyetinin rengi değiştiği için dünyanın, vatanım daki barışın da rengi değişir mi?
Beyazı kirletmeyelim, kirletmeyelim yeter.
Mehmet Tevfik Özkartal
13. Mart 2014 Nürnberg