Oruç tutmak İslam dinine göre yüce Allah’ın bir emridir. Eyvallah… Oruç, nefsi terbiye etmek ve böylece Allah’ın rızasını kazanmak için tutulur. Nefse eziyet etmek nefsi terbiye etmenin dışındadır. Allah nefse eziyeti yasaklamaktadır. Bu durum pek çok ayette olduğu gibi Bakara suresi 187. ayette de açık bir biçimde belirtilmiştir. Oruç tutmaktaki amaç nefsi terbiye etmek ise o halde “ Nefis terbiyesi sadece Ramazan ayında olur, başka bir ayda olmaz! demek yersizdir, yersiz olduğu kadar gülünçtür de… Günümüzde Oruç yeme içmenin iki öğüne indirilmiş şekli ile ifa edilirken sadece açlık ve susuzluk kapsamına indirgenmiştir ki ağır işlerde çalışanların dahi kendi nefislerini terbiye etmek uğruna çevrelerine verdikleri zarardan dolayı günaha girdiklerinin farkında bile olamamışlardır. Günümüz dünyasında Plajlarda, havuzlarda, turizim bölgelerinde çalışarak çoluğunun, çocuğunun rızkını kazanan çalışanların, nefislerini nasıl terbiye edebilecekleri de bir soru işaretidir.
Ramazan ayında tutulması gereken orucun başka aylarda da tutulabileceğinin kesin kanıtlarından biri de Bakara Suresi 184. ayette tüm çıplaklığıyla mevcut olan orucun kaza edilebilmesi hususudur . Bu ayette, Ramazan ayında çeşitli nedenlerle (yolculuk, hastalık yada dayanamamak gibi) oruç tutamayanların başka günlerde oruç tutabileceği yada kurtulmalık-fidye vermeleri gerektiği belirtilerek aslında ramazan orucunun başka günlerde de tutulduğunda Ramazan orucu yerine geçeceği ortaya konulmaktadır. Buna rağmen hala başka günlerde oruç tutmak Ramazan orucunun yerini tutmaz diyebilmek ne derece dinsel olabilir ki? Demek ki koşullar değiştikçe ve yaşanan deneyimler sonucu yüce Allah kimi kuralların değişebileceği ilkesini bizzat kendisi bize öğretiyor. Bu noktada koşulların değişmesi ve yaşanan deneyimler sonucu kimi kuralların değiştirilmesi gerektiğini ve bunun için de biricik belirleyicinin akıl olduğunu görmek ve anlamak zorundayız. Aksi halde insanların huzur ve mutluluğu için gönderilen dinin kimi kurallarının zaman zaman nefse eziyet noktasına gelmesi olasıdır. Kur’an’da bu konular ile hiçbir hüküm yokken, bir çok din bilginin kendi kafalarına göre, altı ay gece altı ay gündüzün yaşandığı kutuplarda yaşayan insanların oruç ibadetlerini, normal gece ve gündüzün yaşandığı en yakın yere göre yerine getirmeleri yönünde bir hüküm ortaya koymaktadırlar. Günlük namazlar konusunda da aynı hükmü geçerli kılmaktadırlar. Böyle bir hüküm vermek, Kur’an da olmayan hükümlerin yerine hüküm koymak anlamı taşımazmı? Bizim gibi Hak’ka inananların kafasını karıştırmaktan başka bir işlevi olmayan kıstasların dinimize verdiği zararlardan dolayı nasıl hesap vereceklerdir.
Aynı günümüzde bizlere dayatılan Namaz gibi. Bildiğim kadarı ile namaz Farsça bir kelimdir. Namaz kelimesinin Kuran´da ki karşılığı salat´tır. Salat ise Türkçemizde dua, tanrıyı içten anma selamlama anlamına geliyor. Allah´ı içten anıp selamlamanın, duanın ise biçimi, şekli belirtilmeden. Dua, insanın Yaratıcı ile beraberliğidir. Bunun için belli bir saat, mekan, kural yoktur. İnsan istediği vakit, istediği dilde, istediği şekilde dua edebilir, Yüce Yaratıcısına şükür edebilir. Yüce yaratıcıyı anmak, Yaratıcıyla dolu olmak, bir araya gelmek için belli bir zaman dilimi yoktur. Bu her an olmalıdır ve her anda mümkündür. İbadeti belirli zamanlarla sınırlayan kendisini biçimsel kurallar ve şekillerden arındırmamış demektir. Böylesi şekilsel bir kuşatma ise yaşamın ve inancın gayesine ters bir durumdur. Hemen belirtelim ki çoğunluk her zaman doğru yapıyor anlamına gelmez. İbadetle amaçlanan kişinin kendini yenilemesi, arındırması ve sosyal dayanışmayla kişiliğini tamamlamasıdır. Maun süresi böyle bir anlama sahip. İbadet için ibadet, gösteriş için yapılan ibadet nafile ibadetlerdir. Kimi din bilginleri Kur’an’da günlük beş vakit namazın buyurulduğu düşüncesindedirler. Bu düşünceye varmak için esas aldıkları söz konusu ayet şudur: Taha suresi 130; Güneşin doğmasından önce de, batmasından önce de Rabbini övgü ile tesbih et. ‘‘Tesbih yani yüceleme‘‘ Gecenin bazı saatlerinde ve gündüzün taraflarında da tesbih et ki, rızaya ulaşasın. Suresini utanmadan sıkılmadan Salad duresi ile tevsir etmişlerdr.
Aynı hatayı ne yazık ki, Hud suresi : 114 “Gündüzün iki ucunda ve gecenin bir kısmında Dua et. Doğrusu iyilikler kötülükleri giderir.” Bakara Suresi 238 “Dualarınızı ve orta Duanızı koruyun ve Allah’a gönülden boyun eğiciler olarak durun.” Nisa Suresi 103 “Duanızı ‘‘ Salat‘‘ bitirdiğinizde, Allah’ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken anın. Artık güvenliğe kavuşursanız. Salat edin Çünkü Salat, inananlar üzerine vakitlendirilmiş olarak yazılmıştır.”
Namazın yani salat’ın vakitlendirilmiş olmasın dan kasıt inananların belli vakitler tayin ederek Tanrı’yı anmalarıdır. Toplu tapınma için belli bir vaktin tayin edilmesi şarttır. Nitekim bu vakit açıkça belirtilmiştir. Kur’an’da hiçbir yoruma gerek duyulmadan açıkça belirtilen tek Salat Cuma günündedir. Cuma suresi 9; “Ey İnananlar, Cuma günü Salat için çağrı yapıldığında, Allah’ı zikretmeye koşun ve alım satımı bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” Sure’de kadın erkek ayırımı yapılmadan tüm inananlara yüklenmiş olması günümüz Türkiye’sinde Hak kitabı üzerinde bu kadar farklı, yalan yanlış yorumlar yapanları Cenabı hak’ka havale ediyorum. Bilsinler’ki insan oğlunu bu yüce kitaptan, Dinden bilerek ve ya bilmeyerek soğutmak adına yaptıkları yalan, yanlış tevsirlerin, kur’anda olan hükümlerin yerine hüküm ihdas etmenin ne anlam ifade ettiğini biliyorlardır. Allah cümlesini islah etsin.
Bayram etmek… Birlikte sevinmek kutlamak… Diye başladığım yazımda neye sevindiğimiz, neyi kutladığımızı bir düşünün. Örf ve adetler adına, Hak kitabından ne kadar uzak kaldığımız, İki öğün arasında suzuz, yemeksiz geçirdiğimiz bir ay ve muhteşem sahur ve iftar sofralarında, Hak yolunda nefsimizi ne kadar terbiye edebildik’ki, Şölen kurup seviniyor ve kutluyoruz.
Saygılarımla
Mehmet Tevfik Özkatal
18.07.2015