Dosttum Mehmet Ulay ve ben; iki delikanlı yürek. Kelimelerin anlayış tomurcuklarından doğdular. Aklın yolunu izlediler ve şefkatle dokundular. Dinlenmek için yüksek sesle konuşmaya ihtiyacımız yoktu, yaralarımızı saklamak değil, açık etmekti belki bizi güçlü kılan. En sıkıntılı anımızda bile parmklarına sımsıkı taktığın o yüzükler… O iksiri o anın ışığında gördüm. Hayat hayranlığın bulaşıcı inan… Dahası, insana kim olduğunu hatırlatıyor. İki deli yürek 35 yıl geriye doğru sohpetin belini kırmış, bir iki tek parlatıyorduk. Kim ne demiş? şimdi artık biz de biliyoruz… Dün dostumun doğum günüydü. Bu gün beraber olacağız ve aynı yılda ikinci kez doğum gününü bir daha beraber kutlayacağız. Her zaman dışarıda buluştuğum dostum bu sefer beni açık hava ceza evimde, ziyaret etmek zorunda kaldı. Tarih deyip geçmeyin sakın! öyle zamanlar vardır’ki akıl sır ermez. Okumaya devam et
Kategori arşivi: Kim Nerede Nasıl
Şahidim gözler
Selam aşina olduğum bu ses karşısında biraz irkilerek gözlerimi açtım. Hoş ama bir o kadar da yersiz bir sesti bu… Evet, bu onun sesiydi ve yüzüğündeki kalbin kapısını aralamıştı. İyi ama neredeyim ben? Daha doğrusu, o burada odamdamıydı? Ka¬fam karışmış bir halde gözlerimi ovaldım. Rüyamda tarihi Edirne koprüsünün diğer bir ucundan bana bakan yeşil gözleri görüyordum. Burası, bilinçaltımın sürekli ziyaret etmeye çalıştığı yerdi belkide, ancak bu defa onu anılarımın arşivlerinde aramayıp karşımda bulabildiğim için şanslıydım.
Elbette o da oradaydı. Endamı zarafeti öylece duru¬yor, Meriç suyunun köprü ayaklarına vuruken çıkarttığı ses eşliğinde çekingen bir şekilde bana gülüm¬süyordu. Kuvvetlice Köprü ayaklarına vuran su sesini ve hemen ardından kumu öpen milyonlarca köpüğün çıkardığı fışırtıyı du¬yabiliyordum. Gözlerimi sıkıca kapattım ve onu, hızla dağılan uyku sisinin arasında beklerken buldum. Gitme, diye yalvardım tüm kalbimle. Kal, kal lütfen. Beni çağıran gülümseyişi ve bana doğru uzattığı elleri söz dinler bir şekilde yeniden be¬liriverdi. O an kalbimde, uzun zamandır hissetmediğim tanıdık bir çarpıntı hissettim, özlemin ta kendisiydi bu…
Ve sonra, bir anda ortadan kayboldu.
Bir iç çektim ve kendi kendime söylenerek saatime baktım. Üç buçuk. Bilgisayarın karşısında uyuyakalmış olmalıydım. Bir kez daha, bir anda uyuyup kalmak, yaşlı insanların lanetiydi. Biraz yorgun bir şekilde koltuğumdan doğruldum ve hal¬sizlik çökmeden önce yatmak için yatak odasının yolunu tuttum. O güzel gözleri görmeye devam edeceğimin umudu içimde. Belkide henüz hiç tanımadığım ten kokusunu çıplak vucuduna sarılırken içime çekebileceğim anın hayali ile olsa gerek gözlerimi bile açmadan yatağa girdim.
Kendimi bildim bileli düşünürüm; “ İnsan dediğimiz varlık kaç ruhu taşır bedeninde. Mesela yıllar sonra, bir şekilde, günün birinde ummadığımız bir yerde, zamansız bir şekilde onunla karşılaşırsam ne yaparım, nasıl davranırım?” diye. Uzun bir zamandan beri içimde bastırmaya çalıştığım, bazen görmezden ve duymazdan geldiğim, kendisinden kaçtığım bütün hücrelerime, düşüncelerime ve kişiliğime işlemiş ikinci bir kişilik, ve ya bir ruhun esiri gibi içimde yaşayan her neyse. Adını dahi koyamadığım bu ikinci kişiliğimle yüzleşmeli ve onunla yaşamayı öğrenmeliydim. Bunca zamandır geçen her yılın sonunda, içimdeki bu şeyin bir yıl daha benimle yaşamış olduğunun analizini yaptım durdum. Basit gibi Onu her görüşümde çektiğim acı ve heyecan, bunun son bulmamış olduğunun açık bir göstergesiydi. Bu durum ne kadar sürecekti. Beynimde yankılanan cevabının saldığı korkuydu bu ‘‘Yaşadıkça.” Günün birinde seni yabancı biriymiş gibi bir yerde karşılaşırsam ne olur? Önceleri, hadi canım sen de, nereden göreceksin onu diye gülüp geçmeyi denerim. Ama ya görürsem ne yapardım acaba? “Ona merhaba der miydim? Onunla konuşur muydum? Ona herşeyi anlatır mıydım?” Aşka tarif gerekmez deseler de siz onlara inanmayın. Yemek ve aşk birbirine benzer, her şeyin bir ölçüsü vardır. İzlenmesi gereken adımlar acele etmeden, dikkatle tarife uyulmalıdır. Sonunda ortaya lezzetli bir şeyler çıkar. Aşk tarifleri hem karmaşık ilişkiler, hem de zor tariflerle başa çıkmanız için var edilmiş duygulardır. Zaten tuhafık bende işte. Ruh ikizi’mi henüz bunun bile cevabını verememişken ne bekliyordum ne umuyordum bilmiyorum. Bildiğim tek şey meriçin sularına bırakıp kendimi götürdüğü yere kadar gitmek istiyorum.
Ne demiş şair : GönüI, dert iIe yandı; derdimi payIaşacak bir dost yok. Çok yer gezdim hüznümü azaItacak bir kişi yok. ‘Ben yarinim’ diyen çok amma gerçekte vefaIı bir yar yok.
Mehmet Tevfik Özkartal
Nürnberg 12.03.2014
BİR DOSTUM’U DAHA KAYBETTİM
Bu gün çok hüzünlüyüm, belkide hüznüm ilk defa hayatımda devletime devletimdeki şu aptalca bürokrasiye isyan etme noktasına getirdi beni. Bir dost kaybetmenin acısını ilk defa yaşamıyordum. Daha önceleride dostlarımdan kaybettiklerim oldu. En azından dostlarıma gereken son görevimi yerine getirebilmek nasip olmuştu. Dün pasaportumun Türkiyeden gönderildiğine dair aldığım e’mail haberine ne kadar çok sevindiysem bu sabah hayatımda bir çok şeyi paylaştığım gazeteci bir dostumun ölüm haberi ile sarsıldım.
Yaşadıklarımız daha dün gibiydi sanki dostum Yusuf Kenan Yılmaz kader arkadaşım kadim dostum. Almanya’da Hürriyet gazetesinin hatta Alman gazetelerinin bile siyah beyaz basıldığı yıllardı. Gazeteyi okuyabilmek için önce elleriniz ve sonra yüzünüz her şeyiniz siyah olurdu. Bindokuzyüz seksendört yılının mayıs ayında pazrtesi günü sabahın köründe gülerek masama koyduğu renkli basılmış Bayern Haber‘i görünce şaşkınlığımı gizleyememiştim. Müşterek arkadaşlarımızla birlikte bu gazeteyi hazırlamışlardı. Uzun zaman önce kaybettiğimiz dostlarımızdan gazeteci ‘‘Nevzat Altıparmakoğlu‘‘ mekanı cennet olsun, Nurlar içinde yatsın. Yusuf kenan Yılmaz ve Erdoğan Sabancının birlikte büyük bir yatırım yaparak bu gazeteyi çıkartmış olabilme başarısını gööstermiş olmaları bemi de gururlandırmıştı. Uzun yıllar Bayern Eyaletinde haftalık olarak çıkartmışlardı bu gazeteyi. Gazetenin büyük kurucusu fikir babası Değerli Dostum Yusuf Kenan Yılmaz artık aramızda değil. Son olarak İstanbulda iki sene önce beraber olmuştuk. Sabah gazetesinin matbasını satın alarak yozgata taşınmaya karar vermiş, artık yozgatta yaşamak istediğini söylemişti. Bende kendisini makaraya almıştım iki ay sonra kaçarsın diye. Yanılmıştım Dostum orta Anadolunun en büyük ofset matbasını kurmuş sahibi olduğu Yozgat Hakimiyet gazetesini kendi matbasında basma mutluluğunu yaşamıştı. Orta Anadoluyu en azından gazete konusunda İstanbula bağımlılıktan kurtarmıştı. Kendnisini ziyaretimde sahibi bulunduğu Yozgatın tek oteli Galata Çamlık Otel, kurduğu devasa matba ve yürüttüğü Yozgatspor Kulubü başkanlığından çok mutlu görünüyordu. İstanbuldan ayrıldığı için üzgün değildi. Baba ocağına dönmüş olmak Kenana çok iyi gelmişti. Üzerinden bir sene bile geçmedi bu gün ölüm haberi geldi.
Ve ben kadim dostumun son yolculuğuna çıkışında yanında olamıyacağım. Dualarım tabiki onunla olacak her zaman olduğu gibi. Fakat ben bu gün seni rakı içerek uğurlıyacağım. Sevinçlerimizde rakı ile neşelenip
hüzünlerimizde rakı da aradıysak çareyi ben bu gün senide karşıma aldım öyle yapıyorum dostum. Bu hüzünlü günümde en azından aynı masada bir iki kadeh te olsa gidişinin acısını azaltmaya çalışıyorum. Eşin, çocukların, kardeşlerine allahtan sabırlar diliyorum. Biliyorum dostum dusturumuz her günaha bir sevap işlemeye senin yokluğunda da devam edeceğim. Zaten neden gelemediğimi neden son yolculuğunda yanında olamadığımı sen biliyorsundur. Gittiğin yer hepimizin buluşacağı yer olduğuna göre, bizler gelene kadar sabır et. Eninde sonunda yine beraber olacağız. O güne kadar Nurlar, ışıklar içinde dinlen dostum.
Gitmeseyadin çok daha iyi olacaktı ama başımızı eğdiğimiz tek gücün kararına saygı duymaktan başka yapacağımız bir şey yok. Gök Tingri seni yanlız bırakmayacaktır Kenanım.
Mehmet Tevfik Özkartai
Gülmek
Güneşi arkamda bırakıp batıya yolculuğumun ilk günü. Dün gece pek analayamamıştım yıllardır yaşadığım bu şehir nekadar karanlık ne kadar muhtaç görünüyordu gözüme. Gün çok sesli sessizliğin Hakim olduğu bir gün‘ün hikayesi. Karanlıkta bir ışık, gülen bir yüz arar gibi bir efsane. Dünyamız nereye gidiyor !? insanların asık yüzlerle koşuşturmaları, bense oturmuş gülen bir yüz arıyorum cehennemimde.
Binlerce soru beynimde dans ediyor, farkında bile değilim. Kaybettiğimiz, unuttuğumuz, vaz geçtim kahkahadan; olmayan gülümseme yüzlerde. Oysa ne kadar çok güler, kahkahalar atardık Güneş‘in şahitliğinde. Yüreklerde, dokunulmazlığı keşfettiren, farklı hayat penceresi, kısacası bakmasını bilen gözlerin en kıymetli hazinesi. Bu cehennemde toplumun bir bireyi olarak cenneti yaşamak varken, sessiz başlayan hikayenin ve kimsenin göremediği, sadece bir yürekte yankılanan çığlığı. Kulaklara, gözlere ve yüreklere ulaşma zamanının geldiği an. Görmeyen gözler aralanmış, içeriye ışıl ışıl, huzur ve gelecek vadeden bir aydınlık, nağme nağme yükselen bir şarkının notaları gibi. Bir dilek tutmak gerek içimizden. Kahkadan yana, daha önce hiç dilemediklerimizden. Bu günün hikayesi bir az farklı olsada.
Günümün yarısı insanları izleyerek geçti. Bu önemli konuda insanlık olarak ne kadar kayıp verdiğimizi anlamak istedim. Benim işim, daha doğrusu iş dışındaki işim insan gözlemciliği ve onları yazıya aktarmak değil. Bu gün ne olduysa, biz insanların hayatımızda önemsemediğimiz, ama bizi biz eden bir duygudan,bir tepkiden,bir varoluştan yazacağım. O insanların yüzünde kaybolmuş duygu ve o istemli, isteksiz tepki. İnsanların yaşam biçimi olduğu kadar,insanı insan eden. Merak‘mı ettiniz; duygunun adı gülmek; o duygu‘ ki,insanların yapmacık yüzlerinden çok uzakta,sadece mutlu anların ifadesi. İnsana yakışan gülümseme, kahkaha insanlar ne ara unuttu bu duyguyu.
Hiçbir şey o an önümden geçen insanlara baktığım kadar, acırcasına ve anlamlı olamazdı. Kim ne derse desin, gülmeyen yüzler, kahkahasız sesler, mutsuz ve umutsuz yüzler; benim yüreğim buna dayanamazdı. Dünyam, o ana kadar sadece kendim için yaşayabileceğime yönelikti. Uzun ama sabır gerektiren bir yolda yokuş yukarı çıkar gibi yorgundum. Kimse beni anlamayabilir, kimse beni olduğum gibi kabul etmeyebilirdi, ama gerçekten hayatıımın rengarenk olduğunu bu gün burada anladım. Herkes benim yapamadıklarımla ilgilenirken,neler yapabildiğimin farkındaydım.
Çok ufak şeylerle mutlu olabilirdim, dudaklarımdan kahkahayı, yüzümden gülümsemeyi eksik etmeden. Bu ülkede, yalnız yaşadığım hissine kapılıyorsanız yanılıyorsunuz. Ben duygularımı yoğun yaşadım. Benim dünyamda kötülüğe yer olmadı. İyilik ve güzellik üzerine kurulu çingen hayatımdı tek dayanağım. Özlemini hiç çekmediğim gülen yüzler, kahkaha dolu yaşamım oldu. Şimdi baktıkça geçmişime bu günüme acıyorum.
Gülerken ağlamayla tanışmıştım, ağlarken gülmeyle, ikisinin arasında kaldığımda aklıma gelirdi gülümseme. Her şeye rağmen değişmeyen yoldaşım, en büyük aşkım kahkaha’ya hep sadık kaldım. Sözün bu kadar ucuz olmadığı günümüzde, komedyenler bile ağlatıyorsa güldürmek yerine.
Bu gün üç, dört saat boyunca önümden geçen bu insanlar neredeyse gülmeyi unutmuş; herkesin suratı asık, mahkeme duvarı gibi. Ben tek başıma gülümsediğimde, deli sıfatında yargılanıyorum. Peki bu önümden geeçen insan topluluğunu bu hale getiren ne? insanların gülmek kadar güzel bir eylemi nerde ve ne zaman unuttukları hakkında bir fikrimiz varmı. Gülmek özgürlükse eğer bu önümden geçenler esir,mahkum, ölümü bekleyen hastalardanmı oluştu. İdam mahkumu Deniz Gezmiş bile, ölüme giderken gülümsüyordu.
Maddeciliğin egemen olduğu Dünyada, maneviyat temelini oluşturmalıydı sıcak bir gülümseme aslında. Maneviyatın aynası bir bebeğin; dünyayı alaya alırcasına gülmesinde saklıydı sihir. Biz yetişkinler tam tersine güleriz ancak ağlanacak halimize. Almanya öyle yalnızlıklar, karanlıklar ve güneşin olmadığı bir ülke değil. Bu gün bir başka görünse‘de gözüme, güneşsiz puslu havasına verdim.
Nasıl olsa hayat bir şaka değilmi! şakanın sonunu tatlıya bağlarım gülerek. Güldüğümü görenler çıkartırlar belki sandıklarından sakladıkları gümeyi,kim bilir; belki de kimileri giydirir üzerime bir deli gömleği.
Mehmet Tevfik
Lydia’ya mektup var
Gözlerinde çocuksu bir bakış arıyorum!
Kollarını açıp çağıran, sarılıp sarmalamak isteyen bir kadının karşısında durup bakıyorum. Gerçek misin? Senden önce bir benzerin durdu orada, onda‘ da aynı heyecanı görmüştüm. Aynı senin baktığın gibi, sevgi dolu gözleri vardı.
“Ben onun gibi değilim” diyebilirsin. Senin yerinde olsaydım, ben de aynı sözleri söylerdim, ne kadar diğerlerine benzediğimi bilmeden.
İki yol var önümde; ya ne olursa olsun diyerek dalarım aşkın denizine bu ayın 11‘inde , ya kaçar giderim benim bunları kaldırmaya gücüm yok diye.
Gitmek işin kolay kısmı ve akıl önce kolayı seçiyor. Aslında zorla uğraşmayı da sevdim yıllardır ama tükenmiş bir anıma denk geldin. Tenim seninki kadar genç değil kalbim, zaten zorla atıyor. Kaçmak ve yok olmak en kolayı, hiç değmemiş saymak kelimelerimi aklının derinliklerine, bunu yapabilirim.
Zor olan ise kalıp savaşmak! Ancak bu savaşın yel değirmenleriyle yapılacağı kuşkusu yiyip bitiriyor içimi. Havaya savrulan kılıcımın, sonunda kendime saplanacağından kokuyorum. Konservativ aile geleneği.
Akışına bırakabilirim her şeyi, ne olacaksa olsun diyebilirim. Sen nereye sürüklersen, oraya doğru giderim. Çarpıp durduğumda tekrar ayağa kalkar, yine yalnızlığıma sarılır, aslanlar gibi yürür giderim. Bu cesarete sahibim ama bir şartla, kalbime söz geçirmem gerekiyor.
İçim sana akmadan, hayale kapılmadan, sadece geleni görüp onunla yetinerek devam edebilirsem, zararsız çıkarım yeni başlayacak bu ilişkiden. Okumaya devam et
SUZANDAN UYARILAR
Mankenlik merakı ve sonuç ?
Suzan Babası ….. ile annesi …… nin üç kızından biriydi. Ablası genç yaşta geçirdiği bir hastalıktan dolayı yatağa bağlı kalmıştı. Nürnberg’de büyüyen birçok genç kızın ilk öğretimden sonra girdiği meslek okulu döneminde hayatı değişti, o artık genç ve güzel bir kızdı… Eğitimini sürdürürken bir yandan ‘da çevresindeki delikanlılarından A…. gönlünü kaptırdı ve okulu bitirir bitirmez evleneceklerdi. Bu arada güzelliğinin de kurbanı olacaktı. Noris güzellik yarışmasına katıldı ve Noris güzeli seçildi, yaşamıda böylelikle değişik kulvarlara doğru yol aldı. Genç yaşta hayatın bir başka yüzüyle tanışmıştı; diskotek, bar, alkol’le arkadaş omuştu. Sevdiği ile de geçinemiyordu nedeni ise aslında basiti. Çünkü seven hep çok iyi oluyor, yeri geliyor kendisinden ödün veriyor çantada keklik misali, yerinde bekliyor, eğer ki keyifi gelirse, beklediği çantadan çıkıyordu.Çünkü her erkek bilir ki, KADINLAR YÜREKTEN SEVER…Suzan’da böyle bir aşkın kurbanı oldu.
Mankenlik hayaliyle başlayan renkli bir hayat her geçen gün cehenneme dönmüştü böyle bir bataktan çıkmak ise pek kolay olmuyordu. Kıpırdadıkça daha fazla battığını anlıyor kendisi gibi alkol bağımlılarıyla düşüp kalkıyordu.Aile, ilişkileri bozulmaya başladığından daha hırçın olmuştu. Alkolik olduğunu kabul etmeyen Suzan her alkolik gibi Tedavi, iyleştirme seanslarına’da inanmıyordu. Katıldığı bütün iyleştirme programlarında başarısızlığı yaşayan Suzan son şansını kullanıyor şimdilerde, bu sefer başaracağına olan inancı güçlü Allaha, meleklere sığınmış hayatı bir şekilde yenidan yakalama uğruna elinden geldiğince çaba sarfediyor.
Belki önceleri başaramadığı bağımlılığından bu günkü inançları ve azmi sayesinde kurtulur.
Gecikmiş de olsa hayatı en azından yarısında yakalama fırsatını bulur. Bu güzel duygular içerisinde yaşayamadığı mutluluğu yaşar. Bu gün çevresinde gördüğü bir çok kızımıza hayatından kısa kısa örnekler vererek gençlere yardımcı olur. Hayat herkeze eşit davranmıyor, iki kültürle yaşayan toplumların hastalığı, yaşadığı topluma uyum sağladığını zannederken uğradığı kültür değişikliğini anlamamak! Günümüzde her geçen gün hızla artmakta, gençlerimiz bir şekide bu hastalığın pençesinde, ve kurtulamıyorlar. Özünden tamamen uzaklaşmış, kaybolmuş, ne kendi özünde, ne de bir başka, belleksiz,amaçsız bir toplum düşünün İşte en yakın çevremizde göremediğimiz binlercesi var.
M.Tevfik Özkartal
Euro Vizyon Nürnberg