Devrimin adı bile aynı

Bu gün Türkiyede yapılmak istenen Ak Devrim 2002 yılında planlanmış ve 2014 yılında zafere koşuyor gibi gözüküyor.1616718_10203056338147353_606497636_n Iran’da 1963 yılında başlayan Ak devrim İran‘da 1979 – 1981 yılları arasında gerçekleşmiştir. Türkiyedeki hükümetin Başbakanı ve bakanlarının uygulamaları, çıkartmış ve çıkartacak oldukları yasalara bakıldığında  neredeyse İran İslam Ak devrimini hatırlatıyor insana. Türkiyede yargının hükümet tarafından ele geçirilmesi, MİT kanununda yapılan değişiklikler İran’da bir zaman yapılanlar ile bire bir örtüşüyor. İran, SAVAK örgütü  1971 yılından başlayarak bu devrime destek veren Sosyalist gurup Liberaller ve muhafazakarlar el ele vererek şahın ülkeyi terk etmesine kadar AK Derimin destekçisi oldular. Devrim tamamlandığı andan itibaren de Devrim muhafızları tarafından katledildiler. Şahın gidişi ile daha fazla demokrasinin geleceğine inananlar diktatör bir rejimin esiri oldular. Milyonlarca Iranlı ülkesinden kaçıp yabancı ülkelere sığınmak zorunda kaldı. Bir çoğu sığındıkları bu ülkelerde bile Devrim muhafızları tarafından katledildiler. Türkiyemizde Yeni MIT yasası bir zamanlar İran’da kurulmuş SAVAK  örgütüne verilen hak ve yetkilerin bire bir aynısı. Umarım Ülkemin güzel insanlarının refahı,mutluluğu ve özgür yaşamaları adına 30 Mart seçimlerinde Sayın başbakanın aklını başına getirecek,  bir oy kaybı yaşar. Başbakanı yalan yanlış yönlendiren çevresinde kümelenmiş kendi çıkarları uğruna memleketi uçuruma sürükleyen akıl hocalarından kurtulacağı gün olur.

Ak devrim sürecinde farklı gruplar şahı devirme amacıyla birleşmiş, İslamcılar bu süreç içinde güçlenerek devrimi bir İslam Devrimi’ne ve demokrasi sloganıyla solcu, muhafazakar, aydın grup ve halkı birleştirerek zafere ulaştıkları diğer grupları saf dışı bırakarak sonunda dünyanın en acımasız diktatörlüklerinden birine dönüştürmüşlerdir. Devrim sonucunda İran bayrağından yüz yıllar ve kimi yazara göre binlerce yıldır İran’ın simgesini oluşturan Aslan ve Güneş amblemi kaldırılmış yerine İslam cumhuriyeti amblemi olan “Allah” yazısının logo şekli konmuş ve çeşitli itirazlara neden olmuş ancak varlığını günümüze kadar sürdürmüştür.455px-Imam_Khomeini_in_Mehrabad

Ak devrimin zaferine doğru Silah depolarının kapılarını halka açacak ve devrimcilerin silahlanmasını sağlayacaktı anca devrimin zaferinin ardından bir çoğu ya hapse atılacak ya da idam edilecekti. Hava kuvvetleri 1979a doğru büyük grevlere sahne olmaya başlamıştı ve durum iyice şahın kontrolünden çıkmak üzereydi. Şah çeşitli aksiyonlarla protestocuları memnun etmeye çalıştı ancak başaramadı. Halkın kışkırtılmasında etkisi olan ana unsurlardan biri de şahın dindeki aşırılıklara çare bulmak ve halkı eğitmek için verdiği çabaya karşılık mollaların verdiği tepkiden ibaretti. Şah ve iktidardaki Rastakhiz Partisi özellikle köyler ve Kızların eğitimine ciddi önem veriyor ve bu durum dinci-Molla kesiminin tepkisini çekiyordu. Türkiye’deki Köy Enstitülerine benzer enstitüler oluşturan Rastakhiz partisi köyleri eğitmeye ve dindeki Mollaların etkisini eğitim ile azaltmaya çalışıyor ancak bu durum mollaların etkisi altında olan çocuklar ve gençlerin ebeveynlerinin tepkisini çekiyordu. Şah 1970 lerde batıyla ihtilaf kurmuş Ortadoğu’nun süper gücü durumuna gelmişti İran’ın gücünün yanında seslerini çıkartamayan ezeli düşman Arap dünyası bu duruma tepkiliydi. Sol ekibi, şahı halka ait Petrol gelirinin silahlara ve Molla ekibi paranın dini değerlerin aleyhine çalışmak için Turistikleşmeye harcamayla suçluyordu ancak her iki ekip de birbirini destekliyordu. 1972-76 arası İran tüm politik çalkantılara rağmen neredeyse sıfır enflasyon ile gidiyordu ve bu durum bazarileri iyice kışkırtmaya yaramıştı. (bu durumu Amir-Abbas Hüveyda’nın göstermelik mahkemede yargılanırken onu yargılayan Molla savcının usulüne uygun olmayan üslup ile suçlamasına yaptığı avukatsız savunmada cebindeki İran yapımı tükenmez kalemi çıkararak söylediği “benim dönemimin başlangıcında bu kalem 1 Riyal idi iktidarım bittiğinde de 1 Riyal idi” sözünden iyice anlaşılabilir.) Nihayetinde 1979’da protestolar çığırından çıktı 16 Ocakta Şah Kahir’ye gitti ve 1 Şubat 1979’da Humeyni İran’a döndü. Humeyni’nin Air France’a ait Boenig 747’de bir gazetecinin “İran’a dönüşte ne duygunuz var?” sorusuna “Hiç” cevabı vermesiyle çoğu aydın onu desteklemekten vaz geçtiği idea edilir ve birçok İslam cumhuriyeti muhalifi hala o konuşmayı hatırlatarak İran’ın nasıl bir rejime emanet edildiğini hatırlatır. Humeyni Tahrana dönüşte yaptığı ilk konuşmada “ben hükümet tayin ederim, ben yumrukla mevcut hükümetin ağzına vururum” cümlesiyle gerici bir monarşi oluşturacağının sinyallerini vermiştir. Ne yazıkki bu gün T.C. Başbakanının ağzından farklı laflar çıkmamakta. Bir gün bu hükümete destek olanlar Iranda olduğu gibi destekledikleri rejimin sahipleri tarafından katledilecekler. İşte o zamanda iş işten geçmiş olacak.

Demokratik bir yaşamın Ülkemize getirdiği kazanımları görmeyen gözler, unutanlar bir gün İranda olduğu gibi yaşamak mecbuiyetinde kaldıklarında Tiren çoktan kaçmış olacak. Umarım bütün vatandaşlarım Başbakanın bu günkü haleti ruhiyesini doğru teşhis ederek sandıkta bir kereliğine bile olsa yeter dur orada yetti garı ihtarında bulunur.

Saygılarımla

Mehmet Tevfik Özkartal

26.Mart.2014 Nürnberg

Genel kategorisine gönderildi

Şahidim gözler

Selam aşina olduğum bu ses karşısında biraz irkilerek gözlerimi açtım.0003 Hoş ama bir o kadar da yersiz bir sesti bu… Evet, bu onun sesiydi ve yüzüğündeki kalbin kapısını aralamıştı. İyi ama neredeyim ben? Daha doğrusu, o burada odamdamıydı? Ka¬fam karışmış bir halde gözlerimi ovaldım. Rüyamda tarihi Edirne koprüsünün diğer bir ucundan bana bakan yeşil gözleri görüyordum. Burası, bilinçaltımın sürekli ziyaret etmeye çalıştığı yerdi belkide, ancak bu defa onu anılarımın arşivlerinde aramayıp karşımda bulabildiğim için şanslıydım.

Elbette o da oradaydı. Endamı zarafeti öylece duru¬yor, Meriç suyunun köprü ayaklarına vuruken çıkarttığı ses eşliğinde çekingen bir şekilde bana gülüm¬süyordu. Kuvvetlice Köprü ayaklarına vuran su sesini ve hemen ardından kumu öpen milyonlarca köpüğün çıkardığı fışırtıyı du¬yabiliyordum. Gözlerimi sıkıca kapattım ve onu, hızla dağılan uyku sisinin arasında beklerken buldum. Gitme, diye yalvardım tüm kalbimle. Kal, kal lütfen. Beni çağıran gülümseyişi ve bana doğru uzattığı elleri söz dinler bir şekilde yeniden be¬liriverdi. O an kalbimde, uzun zamandır hissetmediğim tanıdık bir çarpıntı hissettim, özlemin ta kendisiydi bu…

Ve sonra, bir anda ortadan kayboldu.

Bir iç çektim ve kendi kendime söylenerek saatime baktım. Üç buçuk. Bilgisayarın karşısında uyuyakalmış olmalıydım. Bir kez daha, bir anda uyuyup kalmak, yaşlı insanların lanetiydi. Biraz yorgun bir şekilde koltuğumdan doğruldum ve hal¬sizlik çökmeden önce yatmak için yatak odasının yolunu tuttum. O güzel gözleri görmeye devam edeceğimin umudu içimde. Belkide henüz hiç tanımadığım ten kokusunu çıplak vucuduna sarılırken içime çekebileceğim anın hayali ile olsa gerek gözlerimi bile açmadan yatağa girdim.Gözler

Kendimi bildim bileli düşünürüm; “ İnsan dediğimiz varlık kaç ruhu taşır bedeninde. Mesela yıllar sonra, bir şekilde, günün birinde ummadığımız bir yerde, zamansız bir şekilde onunla karşılaşırsam ne yaparım, nasıl davranırım?” diye. Uzun bir zamandan beri içimde bastırmaya çalıştığım, bazen görmezden ve duymazdan geldiğim, kendisinden kaçtığım bütün hücrelerime, düşüncelerime ve kişiliğime işlemiş ikinci bir kişilik, ve ya bir ruhun esiri gibi içimde yaşayan her neyse. Adını dahi koyamadığım bu ikinci kişiliğimle yüzleşmeli ve onunla yaşamayı öğrenmeliydim. Bunca zamandır geçen her yılın sonunda, içimdeki bu şeyin bir yıl daha benimle yaşamış olduğunun analizini yaptım durdum. Basit gibi Onu her görüşümde çektiğim acı ve heyecan, bunun son bulmamış olduğunun açık bir göstergesiydi. Bu durum ne kadar sürecekti. Beynimde yankılanan cevabının saldığı korkuydu bu ‘‘Yaşadıkça.” Günün birinde seni yabancı biriymiş gibi bir yerde karşılaşırsam ne olur? Önceleri, hadi canım sen de, nereden göreceksin onu diye gülüp geçmeyi denerim. Ama ya görürsem ne yapardım acaba? “Ona merhaba der miydim? Onunla konuşur muydum? Ona herşeyi anlatır mıydım?” Aşka tarif gerekmez deseler de siz onlara inanmayın. Yemek ve aşk birbirine benzer, her şeyin bir ölçüsü vardır. İzlenmesi gereken adımlar acele etmeden, dikkatle tarife uyulmalıdır. Sonunda ortaya lezzetli bir şeyler çıkar. Aşk tarifleri hem karmaşık ilişkiler, hem de zor tariflerle başa çıkmanız için var edilmiş duygulardır. Zaten tuhafık bende işte. Ruh ikizi’mi henüz bunun bile cevabını verememişken ne bekliyordum ne umuyordum bilmiyorum. Bildiğim tek şey meriçin sularına bırakıp kendimi götürdüğü yere kadar gitmek istiyorum.

Ne demiş şair : GönüI, dert iIe yandı; derdimi payIaşacak bir dost yok. Çok yer gezdim hüznümü azaItacak bir kişi yok. ‘Ben yarinim’ diyen çok amma gerçekte vefaIı bir yar yok.

Mehmet Tevfik Özkartal

Nürnberg 12.03.2014