İki deli yürek Mehmet Ulay ile Birlikte

Dosttum Mehmet Ulay ve ben; iki delikanlı yürek. Kelimelerin anlayış tomurcuklarından doğdular. Aklın yolunu izlediler ve şefkatle dokundular.  Dinlenmek için yüksek sesle konuşmaya ihtiyacımız yoktu, yaralarımızı saklamak değil, açık etmekti belki bizi güçlü kılan. DSCF4672En sıkıntılı anımızda bile parmklarına sımsıkı taktığın o yüzükler… O iksiri o anın ışığında gördüm. Hayat hayranlığın bulaşıcı inan… Dahası, insana kim olduğunu hatırlatıyor. İki deli yürek 35 yıl geriye doğru sohpetin belini kırmış, bir iki tek parlatıyorduk. Kim ne demiş? şimdi artık biz de biliyoruz… Dün dostumun doğum günüydü. Bu gün beraber olacağız ve aynı yılda ikinci kez doğum gününü bir daha beraber kutlayacağız. Her zaman dışarıda buluştuğum dostum bu sefer beni açık hava ceza evimde, ziyaret etmek zorunda kaldı. Tarih deyip geçmeyin sakın! öyle zamanlar vardır’ki akıl sır ermez.

İsyanım Tanrıya değil. Odamın pencerisinden baktıkça gök yüzüne, ruhumu kaybetmiş gibi hissediyorum. Sanki terk etti bu vucudu, ay’da, yıldızlarda aradı dermanını. Bunalım üzerine bunalım, dert mi ne olur sormayın bana… O kadar çok ki şu anda hayatımda. DSCF4675Tuhaf, son beş altı ay içerisinde başıma gelmeyen kalmadı. Geçen yılın son ayında Annemi kaybettim, Almanya’ya döndükten sonra birinci ay’da küçük te olsa bir araba kazası geçirdim. Dördüncü ay’da zatürie, iyleştirelim derken, hastahane, daha sonra evde tedavi, harcadığım enerji ve yoğun gayretin sonunda iyleştim. Son bir kontrol, için Mayıs ayının son haftasını beklerken Göz yaşı dökemeyen ben, sunni göz yaşı üreten, damla kullanır oldum! Gülmeyin gerçekten. Bu yazıya bu olayı katma fikri’de, böyle oluştu zaten… Tam üç haftadır, neler çektiğimin sonucu. Yani bu gün den üç hafta öncesine gidiyorum. Sağ gözümde bir batma hissi, Bir şey kaçtı diyerek ayna karşısına geçip bakıyorum; bir şey yok. Belki göremedim diyerek büyülteçle bakıyorum; yine bir şey yok. Batma devam ediyor. Bir iki saat geçmeden sağ gözüm kan çanağı gibi kızardı. Sabahı zor ettim ve göz hastahanesinde aldım soluğu. Sıram gelince Doktorun odasına girdim. DSCF4666Güzel bir muayenenin ardından; ‘’Keratokonjunktivites edidemica’’ Sormayın bana bu kelimeden ne anladığımı, ‘’Kroner göz tabakası’’na yerleşen bir virüs sayesinde göz kuruması. Çok tehlikeli ve bulaşıcı bir hastalık. Tedavi edilmediği takdirde görme sıksıntısına bile neden olabiliyormuş. Anlayacağınız bu hastalığın tedavi süresinde karantinada yaşamalısınız. Bende söyleneni yaptım. 12 gün, karantinada yaşadım. Kimselerle görüşmeden, karşılaşınca tokalaşmadan, öpüşmeden. Ve sonunda tekrardan göz doktorundaydım. Kontrolden sonra iltihap ile ilgili her hangi bir şey kalmadığını tedavi amaçlı verdiği ilaçları kullanmamamı tavsiye etti. Yerine iki ayrı damla verdi bunlardan bir tanesi sunni göz yaşartıcı damla. Şimdi benim için o günün en önemli olayına geliyorum. Doktor evimizde çay içip içmediğimizi sordu; aldığı cevap karşısında sevindi. Ne tuhaf evde çay içtiğime sevinen bir Alman Göz doktoru. Ve inanın, bundan 50-60 yıl önce rahmetli Babaannemin hazırladığı göz banyosunu tarif etti. ‘’Çay’’ DSCF46761başladım gülmeye, ne yani gözüme günde en azından iki kere çay banyosu yaptırmam gerektiğini, bunu yaptığım takdir de gözlerimdeki kurumanın daha çabuk iyleşeceğini anlattı. Sorun yoktu zaten biz de sabah akşam çay muhakkak demlenir. Çayın demlenmediği, içilmediği bir gün baş ağrısı yapar.

Tam Yaşama sevincimi kaybetdim Ve tutkum kalmadı söndü derken. Eski ama eskimeyen dostum Mayorka tatillinden geri dönmüş Nürnbergdeyim diyerek bir mesaj attı. Dostumun 28 Mayıs doğum günü tabiki ailesiyle kutlayacak. Dün için buluşmaya karar verdik. Eski ama eskimeyen dostlardan kimleri davet edebiliriz diye düşünürken, çevreme, kendime baktım, inanamadım hayrete düşdüm. İki lafın belini kırarken anladık’ki eski dostlar çoktan toprak olmuş. Geride kalan bir kaç kişinin’de bir araya gelebilmeleri bayağı zorlaşmış gibi görünüyor şu garip yaşamda.

Bizim şimdiki mahallemiz’de, hani eskiden Türkiyede olduğu gibi, Bir manav var. Kardeşler manavı. Sebze ve meyve ihtiyicamı günlük buradan karşılarım. Alış veriş yaparım.IMG_201505291_202306 Nürnberg’de. Şimdi herkes soracak kardeşler manavı’da nereden çıktı diye. Eh Dostum Mehmet gelecekse eğer benim bahçede hazırlık yapmam lazım. Malum burası Almanya, havalar sağ gösterip sol vurabilir güven olmaz… Tam da tahmin ettiğim gibi, sabah günlük güneşlik olan hava Mehmetle eve geldiğimizde sağnak yağışa dönüştü. Bende öyle yaptım. Yağmur yağarken kış bahçesine sığındık güneş açınca, Bahçeye attık kendimizi. İki deli yürek, eski usül vurduk rakı’nın dibine. Bir ufağı devirdik kesmedi. Bir büyük açtık onuda yarıladık. Bir yirmilikle uykusu gelen, yere yıkılan biz, çoktan birer ufağı tüketmiştik. Saat 19,30 u gösterirken Dostumu metro istasyonuna bırakmak üzere yola çıktık. O da ne! aklıma Servete uğramak geldi… Servet; Eicbach’da Meksika mutfağında ustalaşmış Nezih bir Restorantı olan, eski bir arkadaşımız. Türkler arasında pek bilmez sağolsun ben ve benim gibi bir kaç arkadaş uğrar diye her zaman Rakı bulundurur. Tekila içmeyince tabi. Girdik içeri ikşer dublede orada cila yapalım dedik bir kere. Heyhat bende mazot bitti. Servetten, Mehmeti metroya götürmesini rica ettim. Sağ olsun oda götürdü. Ayrılırken pazar sabahı, Atatürkçüler derneğinde kahvaltıda buluşmaya karar vererek ayrıldık. Bende içimde kalan son mazotla ve gayretle eve dönebildim. Mehmete’de telefon ile eve sağ salim geldiğimin haberini verdim…DSCF4673

İki delikanlı yürek! Eve gelir gelmez yazmalıyım diyerek çalışma masama oturdum başladım yazmaya bir yudum kahve içtim… ‘’Sonrasını hatırlamıyorum.’’ Cam açık, bir üşümeyle gözlerimi açtım saat 23,30. Sızmışım; Deli yürek olmasına deli yürek te! Delikanlılığın, bizden geçmiş olduğunu bir kere daha anladım. Gerçi bu meretin sohpet, muhabbet ile içildiğinde etkisinin azaldığını bildiğimden, sohpetin içeriğini ve güzelliğini anlatmam yakışık almaz. Sizler tahmin edin artık. Karantina bittiğinden üç haftadır göremediğim torunlar da bu gün geldiler ziyaretime. Akşam yemeğinden sonra büyükler gitti en ufak stres topum Ela yatıya kaldı, büyük bir hevesle. Yazımı tamamlamak için yatıp uyumasını bekledim. Uyumasını beklerken, bir kaç kez yeni öğrendiği ve ingilizce okuduğu şarkıyı dinledim.  ”Resme Tıklayın”

Şimdi ise yazımı tamamlarken başım ağrıyor. Aklıma geldi birden, eskiler derdi ki, bıraktığın yerden devam edersen, daha çabuk kendine gelir insan. Bende öyle yaptım. Uykum’da yok. Eeee tabi öğlene kadar uyursan olacağı bu. Hem yazdım, yazdıkça güldüm. Güldükçe kendime geldim. Kendime geldikçe uzaktan da olsa sağlığınıza, eski ama eskimeyen, bu hayatta daha hala bizlerle olan, Hakkın rahmetine kavuşmuş, hurilerin kollarında nurlar içinde yatan dostlarım, DSCF4677bu son kadehimi şerefinize kaldırıyorum. Nerede olursanız olun, her zaman aklımda ve gönlümde zaten yaşıyorsunuz.

Ömür dediğin nedir’ki? bir demet pamuk ipliğine bağlanmış, kader ile yazılmış, son. Bir kıvılcım ile yandığın da püf… Koskoca 70 yıllık bir yaşamın, 60 saniyede, sadece güzellikleri hatırlayan, gören, gönül gözünden sonra, geride kalan bir hiç. Ne demiş bir şiirinde M.Tevfik, ”doğunca okunur kulağına kılınmayan namaz’ın ezan’ı, ölünce kılınır namaz’ı okunmayan ezanla.” İnsan ömrü o kadar kısadır’ki… ne yaşarsan yaşa; tamamında ezandan, namaza kadardır yaşadıklarının tümü. Toplamında  ancak 60 saniye yaşarsın.

Mehmet Tevfik Özkartal

29.Mayıs. 2015  Stein