Günün birinde sevgiyi paylaşmak adına bir şeyler karalayacağım gelmezdi aklıma.
1960 lı yıllarda yaşadığım Büyükadayı düşününce bu günün resmini görmem pek zor olmadı. Sokak kapılarımızın kilitlenmediği, sofralarımızın tüm dostlara açık olduğu yılları düşünerek günümüzle kıyasladıkça geçen yıllar içerisinde nekadar fakirleştiğimizi görüyorum.
insani değerlerin öldüğü! Ağlamanın, gülmenin, hüzünlenmenin , sevmenin, makinalaştığı hür düşünme melekemizi elimizden alan şu garip Dünyadan ne bekliyebilirki artık insan.
Tabiki yaşam karşılıklı bir dokunuşta, bakışta , hissetmekte gizli. Bu günün yapay değerlerinde değil. Her şeyi Maddiyatta, Lükste, ararmak, bencilliğin had safhaya ulaştığı günümüzden başka ne beklenirki.
Hayatımız yaşadığımız karmaşanın esiri olmuş o kadar ucuz değerlere ortak olmuşuz ki , her gün biraz daha yok oluyoruz, biraz daha karmaşa içinde yaşamın farkına varmadan kaybolup gidiyoruz. O kadar çok acele yaşıyoruz ki hayatı. Bir tabloya bakarken, bir kitabı okurken bile neyi anlattığı, üzerinde durup düşünmeye fırsat bulamıyoruz.
Yaşadığımız yüzyılda insanlar artık sadece yaşamlarını daha zengin bir ortamda sürdürme kaygısı taşıyorlar. Asıl değerlerin yerini (saygı, sevgi, dostluk, güven, paylaşım gibi) maddi değerler almış.
Yarım bıraktığımız şeyleri saymak dahi istemiyorum , bu acelecilik niye? Sevgimizi bile yaşayamıyoruz, paylaşamıyoruz. Bir birimize yeterince vakit ayıramıyoruz. Yaşamın yanıbaşımızdan su gibi akıp geçtiğinin farkına varamıyoruz. Dostluklar bile sahte ve çıkar ilişkilerinden öteye geçmiyor. Farkında mısınız? ne kadar çok özlüyoruz gönül dostlarını ve sevgilerini.
Aşklar sahte, Sevgililer sevgisiz , Dostluklar bile sahte ve evlilik kurumları bile çıkar ilişkilerinden öteye geçmiyor artık. Her şey kazanmak üzerine kurulmuş günümüzde, değer ölçüleri değişmiş, maddeye ulaşmanın her yolu mübah. Zaman nekadar acımasız davranmış farkında olmadan ne kadar çok özler olmuşuz dostlukları ve sevgileri sanırım elimizden hiç birşey gelmiyor özlemekten başka.
Neden hep yalnızlığı seçiyoruz çoğunlukla, neden hep boğulduğumuzu sanıp kaçıyoruz insanlardan? Bu acelecilik bu korku bu kaçış niye? Sevgileri gerçek dostlukları öldürmüyor muyuz hep beraber, sevgilerimizi de öldürecek kadar sevgi katili olmuyor muyuz?
Sevgiyle bakıp büyüttüğümüz bir çiçeği sevgi uğruna dalından koparıp sevdiğimize verirken, hatta örf ve adetlerimiz uğruna gün ve gün sevgiyi katletmiyormuyuz. Sevgiyi dudaklarımızdan kalbimize indiremeden her fırsatta sevgi sözcüğünü ağzımızda sakız gibi çiğnemekten yorulmadıkmı.
Biliyoruzki, düşündüklerimizle yaşantımız arasındaki ilişkiler çoğu kez arzu edilenin, umulanın dışında kalıyor. Toplum olarak da, bireysel olarak da, durmadan bir karamsarlığa bir yılgınlığa doğru sürükleniyoruz. Hayatı sevmeyi öğrenemeden, sevilemeden, alışkanlık haline getirmişiz.
Bunları yazarken yaşadığımız şu Dünyada yangın yerine dönüşmüş sevgisizliğin, adaletsizliğin, vurdum duymazlığın hayatımıza nasıl girdiğini bizleri nasıl etkileyip bir bilinmeze sürüklediğinin farkına varalım istedim.
Ey siz sessiz, sevgilerin sessiz ortakları…
Bu serin gecenin sisli havasında ıslak damlacıkları bedeninize yayılırken, üşüyüp kaçmak yerine, Yüreğinize sevginin sıcaklığını esir edin… Ve bunun kendinize Tanrı tarafından bahşedilmiş en kutsal ödül sayın. Sevin yalnızca sevin…
Yaşamın kıyısında da olsanız sevginizi paylaşın.
M-Tevfik Özkartal
Nürnberg 17.11.2011
veröffentlicht
Gazete Almancı 14.04.2012
Gazete Bayern 17.11.2017